Bedri Rahmi Eyüboğlu Ailesi, “Kalamış Yazmaları” Sergisi

Halk Sanatı ve Yazmalar
Bedri Rahmi Eyüboğlu

“Halk sanatında resmin yerini nakış tutar. Ömründe bir tek sahici tablo görmemiş milyonlarca insan vardır, fakat içine nakış girmemiş bir tek ev, bir çift göz bulunabileceğini sanmam.
Bizim memleketimizde nakışın tuttuğu yere gelince, bu alanda eşimiz yoktur diyebiliriz. Çünkü bize suret çizmeyi yasak etmişler, biz de bunun acısını dünyanın hiçbir tarafında bulunamayacak kadar çeşitli nakışlar yaparak çıkarmışız.

Nakışlardaki renk ve biçimleri incelerken yolum yazmalara düştü. Bir seneden beri çeşitli yazmaların, yazmacılığın, yazmacıların peşindeyim. Beni yazmalara çeken şunlar oldu: Evvela resim sanatına benzeyen tarafları var. Tabloların çoğu bez üzerine yapılır, yazma da öyle. Üzerine resim yapılacak bez, uzun emeklerle muşamba haline getirilir. Buna rağmen, ileride çatlayıp dökülmeyeceğini ve üzerine sürülen boyaları rahatsız etmeyeceğini hiç kimse garanti edemez. Halbuki bir tablonun hiçbir zaman katlanamayacağı işlerde kullanıldığı halde yazma bezi boyasından ayrılmaz. Yazma güneşten, yağmurdan, çamurdan korkmaz. Yazma boyası resim boyaları gibi bezin yalnız üstünde durmaz, onun iliklerine kadar işler, onunla kaynaşır, bir bütün olur. En iyi malzeme ile yapılmış, en usta ellerden çıkmış bir tabloya, yazmalara gördürülen işlerden yüzde birini gördürseniz onda hayır kalmaz. Tabii has renklerle boyanmış yazmalardan bahsediyorum.

Yazmanın resimle bir kardeşliği daha var: Gerçi bu kardeşlik doğuştan değil, fakat bir o kadar mühim. Kalıb meselesi.Yazma nakışları evvela bir tahtaya oyulur, sonra bu tahta mühür gibi boyanır, beze asılır. Aynı usul resimde gravür sanatında kullanılır, yalnız tahta üzerinde değil;
çinko, bakır veya taş üzerine yapılır. Bez yerine de kağıda basılır. Yazmanın doğuşunda kalıb yok. İlk yazmalarımız doğrudan doğruya has renklerle fırçayla beze işlenirmiş. Fakat yıkamaya, güneşe dayanan boyaların gördüğü rağbeti hangi eline çabuk ressam karşılayabilirdi. “Basma kalıp” sözü, dilimize herhalde yazma tezgahlarından hediye olacak.
Kalıpla yazma basan bir yazma tezgahı küçük bir matbaa veya küçük bir empirme fabrikası demektir. Yazmacılığın ruhu has renk ve biçim demektir. Halk sanatımızın yüzünü güldüren has biçimler yazmacılığımızda hala yaşamaktadır. Biçim geleneği Kapalıçarşı alışverişine rağmen hala ayaktadır. Fakat has renk geleneğimiz bu kargaşalıkta güme gitmiştir. Bana öyle geliyor ki devlet baba elini uzatmadıkça nakış sanatımıza dünya çapında bir değer sağlayan has renkleri ancak müzelerde seyredebileceğiz. Has renklerden mahrum herhangi bir nakış, yaşama gücünün yarısından çoğunu kaybetmiş demektir. Islanmaktan, gün ışığından korkan bir renk hayatımıza nasıl karışır. Fakat ne yazık ki çürük renkler bugün ta köylerimize kadar işlemiştir. Devlet baba has renkleri bir memleket meselesi olarak ele almazsa birkaç sene sonra memleketimizde değil has renkli bir yazma, bir tek peşkir, bir tek çorap, bir karış kilime rastlamak imkansız.
Anadolu’nun birçok yerlerinde hala has renkleri bilenler, bulanlar var. Bir yandan bunları incelerken, öte yandan kimya ilminin en son nimetlerinden faydalanmamız lazım. Bizim kökleri, tohumları kaynatarak bulduğumuz has renklerin daha iyileri çoktan bulunmuş. Tabii çürüklerden biraz daha pahalı, fakat aylarca göz nuru dökülerek örülen halis nakışlı bir kilimin çürük renklere bulanmasından daha hazin ne olabilir?
Has renklerin bir kısmına İstanbul yazmacılarında rastladım. Onlara kavuştuğum zaman o kadar sevindim ki günlerce üstüm, başım, elim, yüzüm has renklere bulandı. Yalnız üstüme, başıma değil ciğerime kadar işlediler, gündelik hayatıma, konuştuğum dile karıştılar. Has renk, has biçim derken bir sabah bu destanla uyandım. Şiirin ne elinden kurtulmanın imkanı var, ne dilinden. Halk sanatı, rengi, biçimi, yazması, fistanı derken işte size bir yazma destanı:

YAZMA DESTANI

Söylemesi benden çalıp oynaması Sulukule ’den
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz
Çil çil olmuş boyadan koltuk altları
Yıldız yıldız benleri var sayılmaz.

Yazmacı güzeli onaltı yaşında
Altı senedir tezgah başında
Her yanı boya içinde ama alnı açık aklı başında
Birde karanfili var kulağının arkasında pembe pembe güler
Yazmacı güzeli Binnaz
Hem yazma basar hem şarkı söyler:
Yazmacı güzeli Binnaz hastır boyaları çıkmaz.

Her şeyin hası var bu dünyada
Fırının hası var, ekmeğin hası
Bahçenin hası var, insanın hası
Çeliğin hası var, insanın hası
Gel gör ki her şeyin hası çarşıda satılmaz …
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz.

Hele bir yeşili var zehir yeşili
Bir defa bulaşmaya görsün yüzüne gözüne
Vallahi billahi çıkmaz
Hamama da gitsen çıkmaz.

Buna cehri derler cehri
Aklına eserse alimallah sarıya boyar bütün şehri
Cehri dediğin bir küçük tohum
Kaynatırken buram buram temmuz kokar, tarla kokar; bal kokar …

Buna kırmız derler kırmızı değil
Çini maçinden gelirmiş fi tarihinde
Kırmız dedikleri küçük bir böcek
Buğday gibi ekilip biçilerek
Hasadı yapılırmış fi tarihinde.

Buna al makam derler buna mor
Neyin nesi olduğunu Şaban ustaya sor.
Şaban usta Üsküpten gelmiş, geleli otuz yıl olmuş
Üsküdarda Fıstık ağacında bir tezgah kurmuş
Aklını fikrini yazmaya vermiş.
Dili birazcık Üskübe çalar
Mesela gel bir yemek yiyelim, demez de
Yiyelim bir yemek der …
Şipşak bir sofra kurulur
Tezgahın üstüne bir yazma serilir
Bir yumrukda iki baş soğan kırılır
Dört beş kalem pirzola, burcu burcu kekik
Sanki ömrümüzde yemek yemedik.
Kaynar kaynar balmumuna daldırır
Ihlamur ağacından oyarlar kalıbı
Bir kalıpta onbin yazma basılır
Kalıp deyip geçme, yürek ister, bilek ister, göz ister
On binle çarpılır birin ayıbı

Kalıbın hasını da Hanımyan oyar
Hanımyan altmış beş yaşındadır
Galata kulesi kadar yerli, Kızkulesi kadar turfandadır
Bir ellerin görsen bayılırsın
Asur heykelleri gibi küt küt, çentik çentik emektar eller
Binlerce kalıp oymuş bu güne kadar
On binlerce yazma dağda bayırda onun şarkısını söyler
Yazmalar uçun, yayladan geçin
Has rengi, has biçimi; has insanı seçin yazmalar …

Yazma üstüne ne söylesem az
En belalısı siyah üstüne beyaz
Yazmanın siyahı sıcak ister hamam sıcağı
Sıcak bir şey değil, ama siyah boyanın dumanı
Ne dini vardır ne imanı
Yazmacıları yıldıran budur
Bu çökertir elmacık kemiklerini
Akide şekeri gibi gülen gözler bulanır
Duman değil zehir, can mı dayanır?

Sonra yazmalar serilir çimene kandil kandil
Işıktan; renken; nakıştan bir bayram kurulur
Davul zurna sesleri gelir uzaktan
İnsan eliyle tabiat gücü başa güreşirler
Daha sonra Bağlarbaşı ’ndan denize inilir
Yazma dediğin balık misali akar suya, diri suya bayılır
Boğazın suları kütür kütür
Has olmayan ne varsa söker götürür
En sonunda yazmalar havalanır öbek öbek
İstanbul ‘ dan deniz kokan yosun kokan bir merhaba!
İstanbul ‘ dan deste deste nur, demet demet çiçek
Yurdun her yanına uçup gidecek

Yazmalar uçun yayladan geçin
İyiyi, güzeli; temizi seçin yazmalar!”

Cumhuriyet 25 Şubat 1952

Niçin Yazma Basıyorum?
Mehmet Eyüpoğlu

Motiflerimizin gönüllere girme, akılda kalma, insanları mutlu etme, onlara neşe, yaşama sevinci verme özellikleri var. Evrensellikleri var. Bizim motiflerin yayılma özellikleri var. İşte ben buna inandığım için yazmacı oldum. Buna ikna olduğum için çok özen gösteriyorum tezgahıma. “ Bugün buradaysa” diyorum “bizim yazmalar, yarın Çin’dedir.” Ve benim yediveren ustalarım, annem babam yüreğimin taa içindedir. Onlara olan sonsuz sevgim, saygım, mesleğe olan aşkım, beni ayakta tutuyor. Ustalarıma olan sevgiyle eriyip yok olasım geliyor.

Erimek belirsizce herşeyde
Karışmak sulara, “yazmalara”
Sinmek, kokusuna mor menekşenin
Yaşamak, damar damar, nefes nefes
Yaşamak, tükene tükene …

İşte ben böyle, damar damar, nefes nefes eriyorum yazmalarımda.

Benim yazmamı eline alan Bedri Rahmi ‘ nin yüreğini tutuyordur elinde.Eren Hanım ağacının dalındadır, yaprak yaprak. Onları yaşatmaktı dileğim. Kalıplarımı göz yaşlarımla oyuyorum. İçlerine de canımı katıyorum.

Onların ne kadar has, ne kadar özlü olduklarını bildiğim için, işlerini kendi özümle sulandırsam bile, gayet iyi biliyorum ki, değerlerinden hiç bir şey kaybetmeyecekler. Onların kişilikleri o kadar kuvvetli ki, sevgileri o kadar yoğun ve katıksız ki, çoğalmayla tatsızlaşmıyorlar.
Zaten Bedri Rahmi ‘ nin ellili yıllarda yazılarını izleyenler Bedri Rahmi ‘nin de yazmaya yönelmesinin asıl nedeninin “güzeli çoğalmak” olduğunu pek iyi anlayabilirler.

Peki! Ben neresindeyim bu işin? Ben bir yazma emekçisiyim. Boyasından fırçasına, bezinden kalıbına. Alaettin lamba fitilinden, su pompasına kadar her taşın altındayım. İşi götüren benim, biricik eşimle hayat arkadaşım ve can yoldaşım Hüget Gelinle. Çalışan, ustalarımı alın terimle yaşatıyorum. Kendim de “Kandilli Yazmaları” na vurgunum. O yönde bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Sanat Çevresi 1989

« arasında 2 »

Did you like this? Share it!

0 comments on “Bedri Rahmi Eyüboğlu Ailesi, “Kalamış Yazmaları” Sergisi

Comments are closed.